Karanlıkta Diyalog / Dialogue In The Dark

‘Duygusallık ve duyarlılık arasında çok fark var’ Keşfet !

Merhabalar,

Bugün sizlere geçen Pazar yaşamış olduğumuz ilginç ve bir o kadar da etkileyici bir deneyimden bahsetmek istiyorum.

Karanlıkta Diyalog, Alman profesör Andreas Heincke tarafından hayata geçirilmiş, 130 kentte  7 milyondan fazla insana kapılarını açmış, hayata ve görme engelli insanlara olan bakış açınızı tamamen değiştirecek bir sergidir.

Serginin İstanbul etabı Gayrettepe Metro İstasyonu’nun sergi alanında kurulmuş. Biletlerini metrodaki gişesinden ya da biletix aracılığıyla alabilirsiniz (http://www.biletix.com/etkinlik-grup/66384260/TURKIYE/tr). Biletinizi alırken tarih ve saat dilimini belirtmeniz gerekiyor. Yarım saat aralıklarla seanslar planlanmış, ayrıca İngilizce seans saatleri de mevcut. Bilet fiyatları içeride yaşayacağınız deneyime göre oldukça düşük kalıyor.

Peki Karanlıkta Diyalog’ta bizleri neler bekliyor?

Karanlıkta Diyalog; hiç görmeden, görme engelli rehberiniz ile birlikte klasik bir İstanbul turunu yaşamanızı sağlıyor.

Öncelikle randevunuzun saatinden yarım saat önce orada bulunmanız gerekiyor. Bizim seasnımız Pazar 16:00 seansı idi, o yüzden 15:30 civarlarında gişenin önündeki dinlenme salonunda beklemeye başladık (sergi sponsorlarından biri Ikea, o yüzden koltuklar size yabancı gelmeyebilir 🙂 ). Girmeden önce üzerinizdeki tüm eşyaları özellikle ışık yaratabilecek aksesuarlarınızı size verilen kilitli dolaplara bırakıyorsunuz. Yanınıza sadece dolap anahtarınızı ve bir miktar para almanız isteniyor yalnız mutlaka yanınıza ne kadar aldığınıza dikkatli bakın (paranın içeride neden gerekli olduğunu anlatacağım 🙂 ). İçeriye yaklaşık 10 kişilik gruplar halinde alınıyorsunuz. Kapıda bilet kontrolleri yapıldıktan sonra bir görevli sizi içerisinin ne kadar karanlık olduğu ile ilgili bilgilendiriyor ve görme engellilerinin kullandığı sopaları her birinize veriyor. Daha sonra tek sıra halinde sizi görme engelli olan rehberinize teslim ediyor ve siz karanlığa adım atmış oluyorsunuz 🙂 Karanlık koridorda rehberinizin sesi duyuluyor, sağ elinizde sopayı sol elinizde de kılavuz olarak duvarı hissediyorsunuz. Rehber sizinle tek tek tanışıyor, isimlerinizi öğreniyor ve kendini tanıtıyor. Bu süre içinde gözleriniz açık ama hiçbir şey görmüyorsunuz yani nasıl anlatmalı bilmiyorum ama tek bir ışık süzmesi bile yok, zifiri karanlık gerçek anlamda ne demek onu anlıyorsunuz. O esnada kendinizi inanılmaz güvensiz hissediyorsunuz. Ben ilk başta yapamayacağımı düşündüm, çıkmak istedim, sürekli eşime yanımda mı diye dokunmak istedim, arkadaşlarıma seslendim, parkur başlayınca acil bir şey olursa çıkabilir miyiz diye bir sürü senaryo geçti kafamdan. Ama biliyorsunuz ki bu bir sergi ve yaklaşık iki saat sonra bu karanlıktan çıkacaksınız peki onlar bununla nasıl başa çıkıyor? İşte onu da anlamanız bir nebze de olsa bu sergiyle sağlanıyor.

Tanışma sonrası yürümeye başlıyorsunuz ve rehberiniz emin olun ki parkurun her bir karesini, her bir dönüşü, basamağı çok iyi biliyor. Bizim rehberimizin adı Yunus idi, kendisi sürekli konuştu bizimle çok güven verici bir sese sahipti dolayısıyla biz de konuştuk (diyalog kelimesi de bu yüzden verilmiş). Bizim parkurumuz park- cadde -tramvay-vapur ve cafe etaplarından oluşuyordu. Etapları detaylı olarak anlatmak istemiyorum, çünkü içeride nelerle karşılaşacağınız aslında bu serginin gizli kalması gereken kısmı bence.  Etap aralarında kılavuz olarak aldığınız şeyler sürekli değişiyor, çoğu zaman sağınızda ya da solunuzdaki duvarı kimi zaman rehberinizin sesini kimi zaman da yolda yürürken karşılaştığınız nesneleri (bank, araba, çöp kutusu, direk vs.) takip ediyorsunuz. Bu arada sopanızı elinizden hiç bırakmıyorsunuz. Görme kabiliyetinizi dokunarak ya da duyarak sağlamaya çalışıyorsunuz.

İçeride bazı etaplarda sessizlik hakim oluyor, size sadece ortamdaki sesleri dinlemeniz için zaman veriliyor. O anlarda yaşadığım hissiyatı hiçbir yerde bulamam sanırım. Yaklaşık 1,5 saatlik parkurun son etabı bir cafe 🙂 Yine görme engelli bir arkadaşımız bizi cafede çalışan personelmiş gibi karşıladı ve ne içmek istediğimizi sordu 🙂 Yanınıza aldığınız ufak bir miktar paraya burada ihtiyacınız oluyor. Benim tavsiyem mutlaka bir şeyler için su bile olabilir, para alış verişinin nasıl sağlandığı ile alakalı fikriniz olacaktır 🙂 İçeceklerinizi aldıktan sonra karanlıkta kendinize bir yer buluyor ve rehberiniz ile serüveninizin nasıl geçtiği ya da merak ettikleriniz hakkında sohbet ediyorsunuz. Sohbet bitince herkes rehberimize sizinle dışarıda tanışmayacak mıyız gibi ifadelerde bulundu, Yunus Bey, ‘zaten tanıştık’ diye kibarca bize ağzımızın payını verdi 🙂 Daha sonra parkuru bitirmek üzere cafeyi terk ettik, Yunus Bey çıkışta tekrar hepimizle tek tek tokalaşarak veda etti ve başımız öne eğik olarak dışarıya çıkmamız konusunda bizi uyardı, aksi takdirde bir buçuk saatlik zifiri karanlıktan sonra bir anda ışığa çıkmak baş dönmesine sebep olabiliyormuş.

Parkurun ilk etabından sonra karanlığa alışıyor, daha sakin bir şekilde yürüyebiliyorsunuz. Ama ruhen o psikolojiden kurtulmanız pek kolay olmuyor en azından benim için öyle oldu. İçeride bir sürü engeli tamamlıyorsunuz bazı insanlara bu kısım eğlenceli gelebiliyor ama dışarı çıktığımda beni kasvetli ve hüzünlü bir ruh hali sardı. Ben sergi boyunca bir çok duyguyu ve düşünceyi birden yaşadım diyebilirim. İlk girdiğimde göremediğim için bir korku sardı beni, oradan hemen kaçmak istedim, sonra her yere dokunmaktan başka kılavuzum olmadığını, çevremdeki her bir sesin aslında ne kadar önemli ve anlamlı olduğunu, görme engelli arkadaşlarımızın İstanbul gibi bir kaos ve düzensiz bir şehirde nasıl yaşayabildiklerini, her bir şehirdeki şehir planlamacılarının bu sergiye vakit ayırıp gerçekte nasıl bir his olduğunu öğrenmelerini, dokunarak okumanın ne olduğunu ve Braille alfabesinin detaylarını (merak edenler için http://tr.wikipedia.org/wiki/Braille_alfabesi), doğuştan ya da sonradan görme yetisini kaybeden insanlar için ülkemizde kaliteli bir eğitimin verilmediğini, empati kurmak ve duyarlı olmak için illa engelli olmanız gerekmediğini, en sonunda da aslında hepimizin birer engelli adayı olduğumuzu fark ettim ve öğrendim.

Eğer siz de biraz olsun onları anlamak ve hayatta neler yaşadıklarına onların penceresinden bakmak isterseniz ya da sadece merak ederseniz bitmeden bu sergiyi mutlaka ziyaret edin derim ben.. Serginin tanıtım videolarından birinde görme engelli bir rehber ‘Duygusallık ve duyarlılık arasında çok fark var’ diye belirtmiş, gerçekten de bu iki kavram arasındaki bağı ancak böyle bir sergiyle kurabilirsiniz.

Gidin ve mutlaka ‘görün’

http://dialogistanbul.com/anasayfa

Yeniden görüşmek üzere,

Not: Sergiden sonra izlemek biraz yıkıcı olabiliyor ama farkındalığınıza katkıda bulunacağını düşündüğüm bir film önerisi yapmak istiyorum:) Uğur Yücel ve Beren Saat’in başrollerini paylaştığı ‘Benim Dünyam’ filmi, doğuştan görme engelli olan bir kızın ve onun karanlık dünyasına ışık olan öğretmeninin zorlu ve azimli hikayesini izliyorsunuz. Bu bir re-make film, orjinali ‘Black’, dolayısıyla izlemiş olanlarınız için sahneler ve replikler aynı gelebilir. Fakat sırf kızın çocukluğunu canlandıran oyuncu kızımızı izlemek için bile seyretmeye değer..

Ceren Bildiren

Hakkında Ceren Bildiren

Alsancak’ta doğmuş, hayatının 25 yılını İzmir’de geçirmiş, İstanbul’da yaşayan, İşletme Fakültesi Mezunu, SAP Kurdu, Retro düşkünü, Moda takipçisi, Sinema ve Tiyatro aşığı, Gülmeyi ve konuşmayı seven, Melih’in eşi..

Bunu okudunuz mu?

2015 Yılı Nasıl Geçti ?

Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda Dünya Büyük dedik ve Ceren’le birlikte dünyayı yeniden keşfetmek için yola …

Bisikletle Çağdaş Yaşam

Daha önceleri hep okuduğum ve duyduğum şehirlerdeki kiralık bisiklet ünitelerini ilk kez Londra gezisi yaptığımda canlı canlı görmüştüm. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.