Ege’nin Saklı Köyleri

Sosyal medya hesaplarımızı takip edenler bilirler, yakın zamanda JollyTur Blogger Kulübü etkinliğinde 12 blogger arkadaşımızla beraber Ege’nin Saklı Köyleri turuna çıkmıştık. 3 günlük sürede de popüler kültürden henüz nasibini almamış ama yakın zamanda Alaçatı gibi her yerde duyup görmeniz olası olan harika köyleri dolaştık. Gezdik, yedik, içtik, güldük, eğlendik. Hazır mısınız? Başlıyoruz 🙂 Egeli olmamıza rağmen hiç gitmediğimiz köyler bizi bekliyor..

1.Gün ( Ege’nin Saklı Köyleri’ne giriş – Tire, Birgi)

İstanbul’dan uçağa biniyor, hoop İzmir Adnan Menderes Havalimanı‘na iniyoruz. Gezi ekibi ve rehberlerimizle sıcak bir tanışmadan sonra sabırsızlanarak ilk rotamız Tire’ye doğru yola koyuluyoruz. Ekip sağlam, keyifli ve eğlenceli..

Bloggerlar
İşte size gezinin ilk fotoğrafı.. 🙂

Malum biz gezginler gittiğimiz her yerin meşhur yemeği ne ise onun tadına bakmak isteriz. Saat itibariyle de denk gelmesinden ötürü, öğle yemeği için Tire köftesi ile tanışıyoruz. Tire’ye yolunuz düşerse köftesini yemeden gitmeyin derim. Hacı Baba Tire Şiş Köftecisi en meşhurlardan bir tanesi, biz orada yemeğimizi yedik gerçekten de çok lezzetliydi. Bu arada bu tire köftecilerinin hepsinin adı Hacı Baba ve türevleri, yan yana ve hepsi de kendisini ilk bendim, en iyisi benim diye lanse ediyor. Biz ortadakine oturduk en iyisi o dediler. Artık karar sizin.

Yemeğin ardından Tire’nin küçük ama şirin çarşısına giriyoruz. Önce ufak bir dükkanda 65 yıldır takunya ustalığı yapan Cemil Tolga amca ile tanışıyoruz. Dışarıdan dükkanın fotoğraflarını çekip oradan ayrılıyoruz. Ardından yine ustalık gerektirecek keçe dokumasını görebileceğimiz Cön Ailesine ait keçe dükkanına gidiyoruz. Aileden miras olan bu mesleki bize ayrıntıları ile anlatıyor ve canlı olarak gösteriyorlar. Dükkanda şal, masa örtüleri, çanta gibi değişik keçeden yapılmış ürünleri bulabilir ve satın alabilirsiniz. Fiyatlar aldığınız ürüne göre değişiyor, biz hatıra olması açısından şal aldık fiyatı 15 tl idi.

Keçe dokumasını da izledikten sonra yerini modern dokuma tezgahlarına bırakan beledi dokumasını görmek için rotamızı Beledi  çeviriyoruz. Beledi dokuma tezgahı eski Tahtakale Hamamı içine yerleştirilmiş ve tezgahı kullanabilen sadece Ethem Tıpırdık ve eşi var maalesef. Bu nedenle  kendisine kültürel miras taşıyıcısı olduğundan sanatçı kartı verilmiş. Ama tezgahı yakından görseniz ve nasıl dokuma yapıldığına şahit olsanız gerçekten takdir edersiniz. Gerçek bir ustalık gerektirecek bu işi yeni nesile aktarıp devamlılığını sağlamak zor görünüyor zira aşırı sabır isteyen bu meslek için sanırım yeterince talep yok. Şimdilik tarihi hamam içinde beledi dokumasından yapılmış ürünleri satın alabiliyor ve canlı olarak tezgahın kullanımını izleyebiliyorsunuz.

Buradan da ayrılarak ikinci durak Birgi Köyü’ne gidebilmek için aracımıza tekrar biniyoruz. Birgi ırmağının iki yakasına kurulmuş olan Birgi Köyü’ne varıyor ve soluklanmak için meydandaki köy kahvesine oturuyoruz. ekip gitgide birbiriyle kaynaşıyor. Seyahat maceraları anlatılmaya, koyu sohbetlere başlanıyor. Rehberlerimiz resmen bizi zor kaldırmaya başladılar masadan 🙂

Birgi

Birgi Köyü Osmanlı zamanında ulema ve bilginlerin gelip yerleştiği, ticaretin canlı olduğu dolayısıyla refah düzeyi yüksek bir yerleşim yeriymiş. Cumhuriyet döneminde ise nüfus şehre kaydığı için sakinler burayı terk ediyor. 1997 yılında sit alanına giren bu köy restore edilmeye başlıyor. 2012 yılında ise UNESCO’nun kültür mirası geçici listesine giriyor. Bu yüzden hayli korunmuş olan Birgi, evleri ve sokakları ile yerli ve yabancı turistlere kapılarını açmış durumda. Köy kahvesinin hemen karşısında yer alan Ulu Cami’yi ziyaret ediyoruz. Caminin hemen arka tarafında meydanın tam ortasında da Ümmü Sultan Türbesi‘ni görebilirsiniz.

Burada kısa bir not eklemek isterim, Çağan Irmak’ın “Unutursam Fısılda” filmini izlediyseniz, filmden bazı sahneleri türbenin aşağısındaki yolda çekmişler. Filmi izleyenler bu binayı hemen tanıyacaktır.

unutursam Fısılda
Filmde kaymakamın evi

Köyün sokaklarında kaybolmak, restore edilmiş evlerin fotoğraflarını çekmek, sakin yürüyüşler yapmak isterseniz bu köy tam da size göre. Biz de Birgi’nin muazzam sokaklarına kendimizi atıyoruz. Ekip olarak bol bol fotoğraf çekenlerdeniz. Daracık sokaklar, ahşap kapılar, cumbalı evler.. Burası gerçekten bir harika dostum. 🙂

Kurumuş ırmağın diğer yakasına geçtiğimizde Çakırağa Konağı’na varıyoruz. Ege Bölgesi’ndeki ilk yapılarından olan taş temel üzerine yapılmış bu konak hayli enteresan. Tiyatro oyunlarında dekor amaçlı kullanılan eski konaklara benziyor. Konağın dayanıklılığı fazla olmamasından dolayı beşer kişilik gruplar halinde dolaşabiliyorsunuz. Benim bu konakta dikkatime çeken ki oda var; İzmir ve İstanbul. Başoda olarak adlandırılan bu odalar evin iki hanımı için tasarlanmış, memleket özlemlerini de giderebilmek için odaların bir duvarları İzmir ve İstanbul’un siluetlerinden oluşuyor.

Tarih kokan bu konaktan ayrıldıktan sonra kurumuş Birgi nehrinden geçerek Dervişağa Medresesi‘ne gidiyoruz. Bu medrese etrafına göre daha çukurda olduğu için halk arasında çukur medrese olarak ta anılıyor.

Dervişağa Medrese

Bu arada incir ve zeytinin en iyisini burada bulabilirsiniz, sokaklarda köylü teyzeler kendi mahsüllerini satıyorlar. Biz de bu fırsatı kaçırmayarak tatlı teyzelerden kuru incir almayı es geçmiyoruz 🙂 Kısa bir çay molasından sonra Şirince’ye varmak üzere yola koyuluyoruz.

Akşam saatlerinde Şirince’ye vardığımız için dinlenmek ve yemekte buluşmak üzere gruptan ayrılıyoruz. Biz Şirince’nin sanırım tartışmasız en iyi oteli olan Güllü Konakları’nda kaldık. Otel detaylarına buradan ulaşabilirsiniz. Kapıda bizi güleryüzleri ve mürver çiçeği şerbeti ile otel personeli karşıladı. Odaların dizaynları, ambiyansı, konforu ve verilen hizmet ile kesinlikle tercih edilebilecek bir otel olan Güllü Konakları Şirince’ye gelirseniz aklınızda bulunsun. Grubumuzla akşam yemeği için Dimitros Restoran’da buluşuyoruz. Muhabbetlerin epey koyulaştığı ve lezzetli Ege yemeklerini tattığımız bu geceyi sabah kahvaltıda buluşmak üzere noktalıyor muyuz? Tabiki hayır 🙂

Gecenin köründe bizi ağırlamak için açık kalan meşhur kahvecide kumda türk kahvesi içmeye gidiyoruz. 🙂

2.Gün ( Şirince, Doğanbey )

Hani Cemal Süreyya demiş ya ‘…Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı’ diye, biz de turumuzun 2.gününe yine enfes bir kahvaltı ile başlıyoruz. Hem Güllü Konakları’nın hem de Dimitros restoranın kahvaltısını şiddetle tavsiye ederiz, biz her ikisinin de tadına baktık 🙂 Kahvaltı keyfimizi yaptıktan sonra şarap tadımı için Hera Şarap Evi‘ne gidiyoruz. Kısa bir tadım ve bilgilendirme turunun ardından eski bir Rum köyü olan Şirince’yi bir de gündüz gözüyle geziyor, bol bol fotoğraf çekiyoruz. Şirince’nin bir kilometre uzağında olan Nesin Matematik Köyü’ne yolunuz düşerse mutlaka rotaya eklenmeli bunu da dipnot olarak belirtelim.

 

2. gün rotamızda hedef Akyaka olacak. Muğla’ya doğru yola koyuluyoruz. Yol boyunca önce Çamlık Tren Müzesi’ni ardından da Dilek Yarımadası Milli Parkı’ndaki Doğanbey Köyü’nü gezeceğiz, Bafa Gölü‘nde bir öğle yemeğinin ardından Stratonikeia Antik Kenti’ni ziyaret edip konaklayacağımız Akyaka’ya varacağız. Bizi Akyaka Azmak Çayı’nın kenarında harika bir akşam yemeği ve balık ziyafeti bekliyor olacak. Ne de güzel bir program, pek te güzel bir program, değil mi 🙂

Şirince’den kısa bir seyahat sonrası Çamlık mevkiinde bulunan Cumhuriyet Tren Müzesi‘ni ziyaret ediyoruz. Burada son 100 yılda kullanılan demiryolları ekipmanlarının neredeyse tamamını görebiliyorsunuz. Bunların içerisinde Atatürk’ün seyahat ettiği vagonlar, devasa buharlı lokomotifler ve tüm ekipmanlar dahil. Burada lokomotiflerin arasında çocuklar gibi iyice oynadıktan sonra Doğanbey’e doğru harekete geçiyoruz.

Çamlık Tren Müzesi

Doğan Bey Köyü, ülkemizin sayılı milli parklarından olan Dilek Yarımadası Milli Parkı sınırları içerisinde kalmış Menderes Deltası’na hakim tepeden bakan eski bir rum köyü. Zaman içerisinde asıl köylüler daha aşağılara inip yeni köyü kurduktan sonra buradaki eski rum taş evleri de harabe olarak kalmış. Ta ki her zaman olduğu gibi büyük şehirlerden gelen insanlar bu evleri alıp restore edene kadar. Şuan Eski Doğan Bey Köyü olarak adlandırılan bu köy tam bir yazlık site edasına bürünmüş.

Köyün içine arabanızla giremiyorsunuz. Hemen girişin altında bulunan milli park tanıtım ofisi binasına arabanızı park edip köye girmeden milli park ile ilgili detayları öğrenmeniz, üst kattaki doldurulmuş hayvan müzesini gezmenizi tavsiye ederim. Bu müzede milli park sınırlarında yaşamış ve doğal yollarla ölen tüm hayvanların birer doldurulmuş örneğini görebiliyorsunuz. Hayvanlar adeta canlı gibi ve üzerinize atlayacak gibi duruyor. 🙂 Bizim için çok ilginç bir deneyim oldu.

doldurulmuş Sincap

Şimdi kendimizi köyün dar ve taş sokaklarına atma zamanı. Özellikle fotoğraf tutkunları için gerçekten çok iyi pozlar veren bir doğası var bu köyün. Fakat şöyle bir handikapla karşı karşıya kalıyorsunuz ki bu köyde yaşayan insanlar pek de insan canlısı değiller maalesef. Genel olarak zengin insanların sayfiye yeri konumunda olan bu köyü sakinleri buranın popüler olmasını ve huzurlarının kaçmasını pek istemiyorlar. Neredeyse tüm evlerin üzerinde “fotoğraf çekmek yasaktır” türünde yazılar görüyorsunuz. Hatta “yazıyı görmüyor musun?” diye bizi fırçalayan bir yaşlı kadın bile oldu. Bu nedenle foto çekerken dikkatli olun derim 🙂

Şimdi sırada Bafa Gölü kenarında bir yemek ve ardından Stratonikeia Antik Kenti var. Bu kent Roma döneminden kalma bir yerleşim yeri fakat ilginç bir özelliği var ki o da Osmanlı dönemi boyunca burada yerleşik bir köyün olması. Yani aynı çerçeve içerisinde hem Roma hem Osmanlı esintilerini görebiliyorsunuz.

Stratonikeia

Burada meydanda son bir çay kahve molasından sonra artık hedef Akyaka. Gidip otelimize yerleşip akşamki ziyafeti bekliyoruz. Akyaka’da kaldığımız otel Gümüş Konak‘tı. Azmak Çayı’nın hemen yanında aile tarafından işletilen butik bir otel. Odalar apart tarzında döşendiği için ailenizle rahat edebileceğiniz bir yer olarak tavsiye edebilirim. Otel detaylarına ve fiyat bilgisine buradan ulaşabilirsiniz.

Uzun ve yorucu bir gün ancak bu kadar harika bitebilirdi. Restoranda bizim için hazırlanan yaklaşık 20 kişilik masada dünyanın çeşitli yerlerini gezmiş gezgin blogger arkadaşlarla gece yarısına kadar bitmek bilmeyen bir sohbetle günü sonlandırıyoruz. Artık dinlenme vakti dersem inanmayın 🙂 sevgili eşim Melih ve Çok Gezen Adam olarak bildiğiniz arkadaşımız Osman sabahın körüne kadar 2 demlik çay eşliğinde günü sonlandırmak bilmediler. Büyük projeler olacak diye hala bekliyorum bakalım 🙂 Benden paydos 🙂

3. Gün ( Akyaka, Bozöyük )

3. ve son güne otelde harika bir kahvaltı ve pırıl pırıl güneşin altında Azmak Çayı tekne turu ile devam ediyoruz. Bu tekne turu yaklaşık 30 dk sürüyor ve fiyatı 8 TL. Ana plajın yanından küçük teknelere biniyorsunuz, çayın en üst kısmına kadar gidip geliyorsunuz. Teknede ise şahit olacağınız manzara gerçekten ender görülebilecek manzaralardan. Berrak mı berrak bir su, dibi resmen orman. Azmak’ta bu turu yapmadıysanız eksiksiniz. Yazın bir kenara 🙂

Tekne turundan sonra artık ağlaya ağlaya dönüş yoluna geçiyoruz. 🙂 Bu güzellikleri ve güneşli havayı bırakıp İstanbul’a nasıl döneceğiz bilmem. Yoldaki yeni hedefimiz Belen Kahvesi olacak. Hani şu meşhur Ormancı şarkısına konu olan Belen Kahvesi. Muğla’nın Yatağan İlçesi Gevenez Köyü‘nde bulunan bu meşhur kahve o zamanki taş binası ve haliyle hala ayakta duruyor. Eski taş kahve, Ormancı hikayesiyle ilgili mizansen ve hatıraların bulunduğu bir müze haline gelmiş. Biz de genel olarak farklı yorumlanan bu hikayenin aslını öğrenip (Hikaye için buraya tıklayın) kahvelerimizi içip yola koyuluyoruz.

Belen Kahvesi

Bu şarkı Melih’in favorilerinden biridir. Hadi bir şarkı molası. 🙂

 

Yoldaki son durağımız Güzel Köylü dizisinin çekildiği Bozüyük Köyü. Bu dizi o kadar popüler olmuş ki artık bu köyün adı Güzel Köy olarak anılmaya başlamış. Arnavut kaldırımlı sokakları ve diziden sonra turistik hale gelmiş köy meydanında ufak bir tur atıyoruz. Meydandaki kahvede çaylarımızı yudumlayıp blogger arkadaşlarla uzun ve güzel bir sohbet yapıyoruz. Nam-ı diğer ABT, Buğra’nın evde yerim diye aldığı cevizleri bitirdikten sonra 🙂 yola koyulma vakti geldi.

IMG_6676

Ee 3 gün gezdik yedik içtik. Tire köftesiyle açılışını yaptığımız seyahatimizi Çine köftesiyle sonlandırmak yakışır bize 🙂 değil mi? Aydın’ın Çine ilçesindeki meşhur Köfteci Tahsin‘e uğramadan olmaz.

Çine Köftesi

JollyTur blog editörü sevgili arkadaşımız Duygu Esirger‘in organizasyonunda 12 blogger arkadaşla JollyTur sponsorluğunda çıktığımız Ege’nin Saklı Köyleri turunda dolu dolu 3 günün ardından kürkçü dükkanına, İstanbul’a dönüyoruz. 🙂 Kalbimiz her zamanki gibi Ege’de kalıyor tabi ki. Farklı bir tatil isteyenlere, keşfetmeyi seven gezginlere bu turu tavsiye ediyoruz..

 

Ceren BİLDİREN

 

Bizi sosyal medyadan takip edebilirsiniz:

https://www.facebook.com/dunyabuyuk

https://instagram.com/dunyabuyuk/

https://twitter.com/dunyabuyukcom

Hakkında Ceren Bildiren

Alsancak’ta doğmuş, hayatının 25 yılını İzmir’de geçirmiş, İstanbul’da yaşayan, İşletme Fakültesi Mezunu, SAP Kurdu, Retro düşkünü, Moda takipçisi, Sinema ve Tiyatro aşığı, Gülmeyi ve konuşmayı seven, Melih’in eşi..

Bunu okudunuz mu?

Atina Gezilecek Yerler

Atina’yı ilk gördüğümde “Ana! İzmir’in aynısını yapmışlar” demiştim 🙂 İşte bu şehir tamamen bizden biri …

Fethiye Gezilecek Yerler

İnsanoğlunun aklına tatil denince ilk akla gelen deniz, kum, güneş üçgenin buluşması gelir. Malum yoğun, …

2 comments

  1. O cevizlerden daha fazla almadım diye annemden azar işittim. Gerçekten çok lezzetlilerdi.
    Eline koluna sağlık. Zaman tüneli gibi olmuş yazı.

  2. Çoook keyifle ve zevkle okudum Ceren 🙂 bir daha gitti geldim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.